Müzik öyle bir denizdir ki, ben paçaları sıvadım hala içine giremedim. Dede Efendi

29 Nisan 2013 Pazartesi

GÜNÜMÜZDE MÜZİĞİN DEĞERLERİNİ KAYBETMESİ

Müzik medeniyetlerin varoluşundan günümüze kadar süregelmiş fakat bu süre içinde birçok kez çağ atlamış, değişmiş bir kavramdır insan hayatında. Özellikle günümüzde teknolojinin gelişmesinin müziğin değişmesine neden olduğuna şüphe yok. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte müzik, yeni tarzlar ve türler olmak üzere yeniden doğarak çağ atlamış oluyor.


Teknolojinin ardından müziğin yozlaşmasına neden olan bir diğer faktör; müziği kullanma amaçlarının değişmesi, yani sanatçıların müziği ticari amaçla icra etmeleridir. Eskiden müzik insanın kendi ruhunu yansıtması ve hissettiklerini dışa vurması için yaptığı sanattı. Hatta "blues" tarzının ortaya çıkışı, ırkçılıktan bezmiş olan siyah tenli insanların kendilerini rahatlatmak, içindekileri dökmek için müzik yapmaya başlamasıdır. Gelmiş geçmis en iyi blues sanatçılarından biri olan Muddy WATERS yaptığı müzik ile ilgili "insanı iki şey blues'a iter; ya açsın dır, ya da aşık" demiştir. Günümüze kadar nedenleri ne olursa olsun insanlar müziği kendilerini ifade etmek için kullanmışlardır.Günümüzdeki durumu incelemek gerekirse, müzik ne yazık ki ticari amaçlarla icra edilmektedir.


Müziğin banelleşmesinin bir diğer sebebi de iyi müzisyenlerin diğer insanlardan ayrılamamasıdır. Müzik ve plak şirketleri albümünü çıkaracağı kişilerin reklamını o kadar iyi yapıyor ki asıl sanatçılar arka planda kalıyor.

Sonuç olarak, insanlar kötü müzik ile iyi sanatçı arasındaki farkı görmediği için, niteliksiz, para için gündeme gelen şarkıcılar yüzünden müzik kültürü bozuluyor.

MÜZİK TOPLUM ETKİLEŞİMİ

Geçmişten günümüze düzensizliklere karşı, toplum içinde cereyan eden olumlu veya olumsuz yaşantılar doğrudan doğruya müziksel yaşantıları da etkiler. Öyle ki yaşadığımız coğrafyada ezgilerin etkileri yüzyıllar boyu süre gelmiştir. Yüzyıllar boyu uygarlığın gelişimi ile müziğin gelişimi eşdeğer gitmiştir. kimi zaman ağlatan, kimi zaman eğlendiren kimi zamanda isyanın sesi olmuştur.

 

Kuşkusuz müzik, toplumlarda en büyük etkisi olan sanat dalıdır. Özellikle birleştirici etkisi, savaşlara ve zulümlere inat bir duruş sergileme yolu olarak baş göstermiştir. Bu bağlamda halk müziklerinin geçmişten aldığı güç ve günümüz popüler müzik türlerinin etkileri halklar üzerinde hem aydınlanma hemde barışın ve kardeşliğin sesi olduğuna herhalde hepimiz hemfikirizdir.

Anadolu coğrafyasında harmanlaşmış türküler, ağıtlar, deyişler bugün bile aydınlanma yolunda gelecek kuşaklar için mihenk taşlarıdır. Bunlardan birkaçına örnek verecek olursak Pir sultan abdal, Aşık veysel, Aşık mahsuni şerif, Neşet ertaş ve nice değerli anadolu aşığını saymak yeterli olacaktır. Bu coğrafyada türklerin sımsıkı kardeşliğini karış karış her köyünde, kasabasında, şehirlerinde bulmak mümkündür. Anadolu coğrafyasında yaşayan bir yurttaş olarak "türküler vatanımızdır".

Özetlemek gerekirse bundan sonrası için müziğin toplumun üzerindeki etkisi ve gücü onun toplum yaşamındaki işlevi, yeri ve öneminden gelmektedir. Bu bakımdan müziğe, müzik eğitimine ve müzik sanatına önem verilmeli ve üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.

MÜZİĞİN TARİHSEL SÜRECİNE GENEL BİR BAKIŞ

Müzik en geniş tanımı ile sesin biçim ve devinim kazanmış halidir. Müziğin dinleyende kabul görmesinde, duygulara yönelik etkileşim yapması, tarihsel dönem, bölge kültür ve kişisel beğeni faktörleri etkilidir. Bunların dışında müziğin beğenisinde içinde bulunulan toplumun sosyolojik, psikolojik, akustik, politik yapısı da etkilidir.



Müziğin oluşum sürecine bir bakacak olursak insanın varoluşundan bu yana müzik kavramının oluştuğunu görürüz. İlkel toplumlarda müziğin ilk olarak dini törenlerde yapıldığı ve bu sayede geliştiği görülmektedir.Müziğin kökenini grek kültürü oluşturmaktadır. Yunanlıların din törenleriyle müziğin yayılmasına  büyük katkısı olmuştur. Ortaçağda ise dini müziğin yanı sıra halk müziği kavramının da çıkması, bununla beraber yeni müzik aletlerinin de yapılmasıyla birlikte müzik artık toplumda sanat dalı durumuna gelmiştir.Müzik alanında en büyük gelişmeler zaman ilerledikçe daha da hızlı olmuştur. Ortaçağın sağlam bir temel oluşturması yeniçağda daha büyük gelişmelerin olması, matbaanın bulunması, müzik notalarının çok yaygın hale gelmesi ve yetişen büyük besteciler müziğin insanlığın ölmez bir sanatı haline getirmiştir.


Son olarak müziğe genel bir bakış atacak olursak müzik bizlere insan olduğumuzu hatırlatan yegane dosttur. Bizlere düşen hayatta yaşadığımız iniş çıkışlarımızın, aile yaşamımızın, toplumumuzun, doğamızın ve topraklarımızda hüküm sürmüş olan uygarlıkların varlığını içimizde hissederek sonrasında bu hissiyatı tüm toplumumuzda yaşatmak ve paylaşmaktır.

SONER KAYA

TÜRK MÜZİK ELEŞTİRMENLERİNDE “ÖZLEM TEKİN ANLAŞILMIYOR" KLİŞESİ


Yıl 1996, bir kadın çıkmış “Aşk Her Şeyi Affeder Mi?” diyerek ortalığı inletiyor. Türkiye’nin o zamana kadar alışık olmadığı bir soundu müzik piyasasında uyguluyor Özlem Tekin. Elbette kapı arkası diye tabir ettiğimiz durumlar vardı o zamanlar, bu tür cesur sözler ve müzikler belirli barlarda çalınır, o çevrelerde tanınırdı. Şebnem Ferah’ın kurmuş olduğu ve daha sonradan katıldığı Volvox grubundan ayrılarak kendi çizgisini çizmek isteyen Özlem Tekin, profesyonel müzik yaşamında 1995’ten bu yana, yani 2013 yılına kadar bizlerle oldu. 

Bugüne dek, 7 stüdyo albümü ve 1 adet remix albümü çıkaran Tekin, birçok düet ve geri vokal çalışmalarında da bulundu ve müzisyen arkadaşlarına destek verdi. Özlem Tekin’in tek tabanca müzikal yolculuğu “Kime Ne” albümü ile başladı. Türkiye’deki kapı arkası rock-elektronik soundunu popüler ortama taşıması ilk önce yadırgandı. Bu kadar da farklılık Türkiye için o dönemlerde fazla mıydı? Bir noktadan bakarsan evet, çünkü o zamanlarda “Seni dün gece aldattım” diyen bir kadın vardı. Bir de saçlarını kazıtmıştı, siyah tonda makyajları vardı. Katıldığı televizyon programlarında yerinde duramıyordu? Kimdi bu kadın? Elbette Tekin, “Kime Ne” albümüyle farklı bir vizyon çizmeye devam etti müzik piyasasında. Bir kadın ağzından “Duvaksız Gelin” şarkısını da dinledi bu ülke ve hayata isyan edip, çığlık atan ve acı gerçeği yüzümüze çalan “Herkes Şanslı Doğmuyor” diyen kadını da. “Sebepsiz Savaş” ile protest tavrını alternatif müziğiyle birleştiren Özlem, evet belki de o zamanlar için ülkemize hep fazlaydı. 





Daha çok geçmeden 1-2 yıl sonrasında öldürdüğü sevgilisini toprağa gömen kadını da gördük, “Yol” şarkısıyla avrupada inanılmaz beğeni toplayan müzisyenimizle de gurur duyduk. “Öz” albümü şu an bile Türkiye’de eşsizliğini korumakta. 

Özlem Tekin’in müzikal seyri daha sonra da hep değişmeye devam etti. Laubali albümüyle batı ve doğu normlarını uyguladı, enstrüman çeşitliliğini arttırdı. Tek Başıma albümüyle tümüyle batıya göz kırpan, modern bir albüm yaptı. 109876543210 albümüyle kimilerine göre beklenen bir Özlem Tekin albümünü yaptı. Ne de olsa albümlerinde her ne soundu denerse denesin sahnede gördüğümüz o hırçın ve tekinsiz kadını, ruhunu yansıttığı albümle görmek herkesin istediği idi. 2005 sonrası müzikal anlamda biraz inzivaya çekilmek isteyen Tekin, 5 yıl aradan sonra 6. albümü ile geri döndü. Bu arada İstanbul’un yorgunluğunu Bodrum’da küçük bir kasabada atıyordu Özlem, bu da onu bir anlamda hem olgunlaştırmış hem de durgunlaştırmıştı. “Bana Bi’şey Olmaz” tam da bu olgunluk dönemine denk gelen bir albüm oldu. Özellike “Sen Anla” hiti büyük kitlelere ulaştı. 

Yıl oldu 2013 ve Özlem Tekin karşımıza 7. stüdyo albümü “Kargalar” ile çıktı. Belirtmek gerekir ki, yıllarca Özlem Tekin’in hep sert olmasını savunan ve bunu albümlerine de yansıtmasını isteyen kitleye bile sert gelen albüm oldu. Bu elbette kötü anlamda değildi. Fakat Türkiye bunu kaldırabilecek miydi? Bu düşünceler kafamızda dönerken kendimizi 96 yılındaki o durumda bulduk sanki. Rock müziğini popüler anlamda gün yüzüne çıkaran kadın, metal müziği paralel bu albümle popüler müzik piyasasında kendisinden sonraki gruplara cesaret yükleyebilir miydi?





Fakat değinmek istediğimiz durum aslında tamamen farklı. Yıllarca süren bu müzikal seyirde aslında Özlem Tekin gelmesi gereken noktada mıydı? Yani soru şu, bu kadar cesur bir müzisyen müzik toplumundan alması gereken takdiri almış mıydı? Cevap, hayır. Lakin bu çift taraflı işleyen bir durum oldu her daim. 

İlk taraf dinleyici olmuştur her zaman. Özlem Tekin’in kemik dinleyici kitlesi Özlem’in yıllarca değişen müzik tarzını tamamen kabullendi ve bununla mutlu oldu. Fakat zaten Türk dinleyicisinin alternatifliği kabullenmeme dürtüsü Özlem Tekin’in aykırı tarzıyla birleşince yıllarca süren “gizli” bir soyutlanma durumu çıktı ortaya. Özlem Tekin dinleyicinin hep içten içe “bu kadın çok yetenekli AMA…” dediği müzisyen oldu. Ama sonrası kişiden kişiye farklılık oluşturuyordu elbette. Kimisi Özlem Tekin’in belirli bir çizgide ilerlemesini ve buna sadık kalmasını savunurken, kimisi Özlem’i çok batıcı olmakla bile suçluyordu. 18 yılı aşkın süredir aslında Özlem Tekin kişisel misyonlarından biriydi Türk müziğinde farklılık yaratıp, bunu kabul ettirmek ve evet, yaptı da. Tek sorun, doğru anlaşılma olayı ya da kimin ne kadar anladığı. Bu zaman zarfında Özlem’in müzikal anlamda vicdanı rahat olabilir, çünkü hissettiği ve doğru bildiği şeyi yaptı. Peki ama bu müzikal yolculukta ona gerektiği değeri vermeyen dinleyiciler? 

Diğer taraf olan, kapı arkasındaki müzik eleştirmenleri elbette. 96 yılından beri ağızlarından düşürmedikleri eleştirme klişesi olan “Özlem Tekin anlaşılmıyor…” argümanına sarılıp sayfalarca yazı yazmaktan hala sıkılmadılar. Özlem Tekin 18 yıldır tüm farklılıkları Türkiye’ye kazandırırken müzik eleştirmenleri 18 yıldır tek bir cümle arkasına hep bilindik eleştirileri sıraladılar. 







Yine, Radikal Gazetesinde albüm kritikleri yapan eleştirmen Barış Akpolat, Özlem Tekin’in Kargalar albümünü eleştirirken Özlem Tekin’in kendi deyimlerinden yola çıkıyor. Özlem’e göre tarz değiştirmek de bir tarz. Ki bu söylemini her albümle ve şarkısıyla kanıtlar nitelikte. Lakin Barış Akpolat’a göre bu “tarz değiştirmenin tarz olması” Kargalar albümünün farklılığına uydurulmuş bir bahane olarak görülüyor. 7 albümlük yelpazeye baktığımızda oluşan görüntü zaten her albümün farklı bir tarzı sunması iken bir müzik eleştirmeninin bu kadar gereksiz bir açıklama yapması gerçekten ilginçtir. 

Özlem Tekin’in Kargalar albümünü çıkarmasıyla elbette diğer müzik eleştirmenleri de kollarını sıvadı ve kendi beğenilerine göre albümü analiz etmeye başladılar. Genel olarak, hem profesyonel müzik adamları tarafından hem de dinleyiciler tarafından olumlu eleştiriler alan albüm, sert sounduna ve farklılığına rağmen kabul görmüşe benziyor fakat klişeler Özlem Tekin’in peşini elbette bırakmıyor. 

Şebnem Ferah ile birlikte bir zamanlar birlikte çalışması ve elbette müzikal olarak çok farklı olsalar bile kategori olarak bir noktada olmaları onları karşılaştırmak için de yetti bile. Bu bazen istemsiz oldu, bazen de isteyerek. Dinleyiciler için kaçınılmaz olan ve tatlı-sert atışmalara sebep olan bu karşılaştırma rock müzik piyasasında tekinist ve şeboist kavramlarını bile hayatımıza soktu. Lakin bu karşılaştırmanın bazı noktalarda gereksizliği de tartışmasız gerçekti. İronik olarak bu gereksizlik en çok müzik eleştirmenleri tarafından yapıldı.

Olayın perde arkası biraz geniş ve karanlık aslında. Özlem Tekin’den 1 yıl sonra albüm çıkaran Şebnem Ferah, zamanında Sezen Aksu desteğini de peşine aldı. 2013 yılına kadar da bu değişmedi. Özellikle medyanın da desteğini fazlasıyla alan Ferah, ülkemizin “tarzına sadık kalan rock kraliçesi” ünvanı da taşıdı. Tüm müzik adamlarının gözünde rock temsilcisi olarak adledilen Ferah elbette durumdan da memnundu, zira kameralar karşısında inanılmaz utangaç ve de alçak gönüllü rock kraliçemiz “bazı” popüler tv programlarında başına taç takılmak suretiyle kameralara gülümsemeyi de ihmal etmedi. Bu sistemli gerçekleştiren ve dışarıdan bakınca oldukça basit gözüken bir durumdu. Müzik mafyamız Sezen Aksu’nun desteğiyle kendi küçük kabilesini kuran Ferah, rock müzikte izole bir ortam oluşturdu. Buna göre piramitin en başında kendisi olacak, aynı müzikal çerçevede olan müzisyenler piyasadaki tecrübelerine göre bu piramitlerdeki yerini alacaktı. Şöyle bir mantıklı gözle baktığımızda müzik piyasasına, hangi alternatif grubun popüler müzikte tutunduğunu gördünüz? Bunlar gerçekten anlaşılmadıkları için mi başarasız oldular yoksa piyasadaki belirli oyunların kurbanları mı oldular?




Bu sistemli soyutlama olayında Özlem Tekin hep farklı bir noktada durdu. Savaşan kadın hep o oldu. Kendi tabiriyle “birilerinin arkasına yaslanıp müzik olmaz, her şey tek başına yaptığında kıymetli…” Bu sitem elbette belirli bir mesaj içermekle beraber, Türk müziğindeki acı gerçeği de yansıtıyordu. Piyasada herkes birilerinin sırtına mı yaslanıyordu belirli bir noktaya gelmek için?

Bir televizyon programında Oray Eğin’in Sezen Aksu için “müzik mafyası” tanımlamasını kullanıp, “sizin hakkınızda kötü bir şey yazdırmıyorsunuz” demesi ve daha da keskinleşerek “medyayı elinizde tutuyorsunuz…” demesi ve Sezen Aksu’nun da tüm bunlara cevap olarak sadece programa bağlanıp “ama ıh mıh” diyerek telefonu kapaması, savaşan cephe için bazı şüpheleri elbette insanlardan yok etmişti. Sezen Aksu öğrencisi olan Şebnem Ferah’ın da bu taktiği uygulması kaçınılmazdı elbette. Dikkat ederseniz, yeni albümünü çıkaran Özlem Tekin’in albüm kritiğini yapan birçok eleştirmen, örnekleriyle; Metehan Mert Çakır (Rock Fm Genel Yayın Yönetmeni), İskender Paydaş (Prodüktör), Sühan Cebeci (Jolly Joker Konser Direktörü) ve Tolga Akyıldız (Müzik Yazarı) yazılarına klişe bir tavırla “Özlem Tekin güzel albüm yapmış ama Şebnem Ferah…” diye devam ediyorlar.

Dinleyiciler arasında adeta bir kural halini almış bu karşılaştırma, profesyonel müzik eleştirmenlerinin de yıllardır ağzına sakız olması ilginçtir. Hatta bazıları daha da ileri giderek “Şebnem Ferah artık farklı kategorize edilmeli” diyerekten profesyonelliğini hayranlığı ile gölgelemesi de ilginçtir. Bunu diyen adam da, ilginçtir ki onca teklifine rağmen Ferah mekanında konser vermeyi reddetmiştir. 

Medyayı bir şekilde yönlendiren müzik yazarları ve eleştirmenleri bir şarkıcının tekelinde yıllardan beri süregelen klişelerini bırakamamaları gariptir. Yine bir tabirle, yıllardır müziğini değiştiren ve cesur davranan Özlem Tekin, müzik eleştirmenlerinin korkaklığı ile savaşmaktadır. Yine sosyal medyada belirli takipçiye sahip olan eski Dream TV programcılarından ve müzik eleştirmenlerinden Güven Erkin Erkal’a göre, Kargalar albümü daha piyasaya çıkmadan önce kendi tabiriyle “Türkiye’deki dinamikleri değiştiren bir albümdür…”, aynı adam birkaç gün sonra albüm için “sertmiş gibi yapan, piyasaya oynayan” demekten kendini alamamıştır. Onun bu hali Özlem Tekin dinleyicileri arasında tepkiye neden olmuş, kendisi birebir “tüm fanlarına karşı ben” diyecek kadar da cesur hissetmiştir kendisini. Akabinde elbette, sunduğu programda 2 hafta içerisinde medyada oldukça olumlu eleştiriler alan ve geri dönüşleri güzel olan “Kargalar” şarkısını daha ikinci haftasında 5.sıradan girdiği listede 10.sıraya geriletmiş ve muhtemelen diğer sözde rock şarkıları listede aylarca fink atarken, “elimde kanıt var, müyap kanalında şarkı dinlenmiyor…” gibisinden bir savunma sunmuştur. İronik olarak ise, yine kendisi şarkının videosunun 3 ayrı kanala birden aynı tarihlerde yüklendiğini ve toplam izlenme sayısının 250bin’e yakın olduğunu bilmektedir. Bilmediği ise, ne kadar saçmaladığıdır.


 

Hem müzik piyasasındaki hem de medyadaki bu tekelleşme sorunun elbette tek kurbanı Özlem Tekin değildir. Fakat popüler müzikte bu kadar farklılık için savaşan, adeta bir asker olan Özlem Tekin’in zamanın birinde arkadaşım dediği kişiler tarafından bırakın takdir edilmeyi, anlamsızca izole edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. 

Sosyal ortamda, Kargalar şarkısını sert bulan power grubu klibi yayınlamama kararı almasından sonra Özlem Tekin dinleyicileri arasında bir gruplaşma oldu ve karara karşı savaş açıldı ve elbette geri dönüşleri de oldu. Ardından geçen birkaç hafta sonrasında power grubundan bir temcilsi ile gazete yazarı Onur Baştürk ile yapılan bir görüşme esnasında geçen klip neden yayınlanmıyor sorusuna verilen cevap hayli güldürücüydü. Power grubuna göre bir klibin yayınlanması, masa başındaki birkaç kişinin rastgele insanları arayıp, o şarkı hakkında olumlu dönüşleri ile ilgili bir durummuş. Klibin yayınlanmamasına karşı “hayır yayınlamıyoruz, çünkü böyle böyle…” demektense dinleyicilerle, en önemlisi Özlem Tekin’le dalga geçer gibi bir cevap vermesi Türk müziği açısından tamamen acınası bir durumdur. 

Bu yazı genel itibariyle sempatik bir bakış açısı içeriyormuş gibi görünse bile neredeyse yıllardır Özlem Tekin dinleyen, birebir iletişimde olan ve zaman zaman arkadaş da olan dinleyicilerinin görüşlerinin bir özetidir de aslında. Çünkü ister Özlem Tekin’in müziğine dışarıdan bakan bir kişi ol, ister olayların ta içinde ol, böylesine cesur bir müzisyene karşı ortaya koyulan tavır aşikardır. Elbette bazılarımızın hoşuna gitmeyeceği düşünceler de içerebilir yazı lakin bazı şeyleri değerlendirirken, en önemlisi ben bu yazıyı yazarken, hem neredeyse 20 yıllık bir haksızlığa karşı ayakta durmaya çalışıyorum, hem de bir dinleyici olmaktan çok olaya analitik bir mantıkla bakmaya çalışıyorum. Zira hepimizin yapması gereken de bu. 

Türk müziğinde yıllardır var olan cesur kalbi ve beyni için Özlem Tekin’e, cesaretin yanında her alan her dinleyiciye ve zamanını ayırıp bu yazıyı okuyan herkese teşekkür ederim.

28 Nisan 2013 Pazar

''DAHİ'' BİR ÇOCUĞA NASIL SAHİP OLUNUR ?

       

        Bebek deyip geçmemek gerek! Sesleri algılamada ve müzikal bir uyarana tepki göstermede bizim minik afacanlar, birer yetişkin gibi davranıyor.Bebek deyip geçmemek gerek! Sesleri algılamada ve müzikal bir uyarana tepki göstermede bizim minik afacanlar, birer yetişkin gibi davranıyor. Çocukların şarkı ve mırıldanmalarını dinleyerek, oyunlarını izleyerek müziğe karşı doğuştan duyarlı olduklarını görebilirsiniz. Bu doğal yetenek, evrensel ve her topluma ait çocukta doğuştan var. 3-6 ay arasında bebekler, müziğin geldiği kaynağa doğru dönmeye ve bundan duyduğu keyfi ya da keyifsizliği göstermeye başlıyor. 

 Seslere duyarlılar:
         Bebekler evdeki olağan sesleri, aile bireylerinin seslerini fark ederken bu seslerin tonlarından, sesin ait olduğu bireyin keyifli ve kızgın olup olmadığını da algılıyor. Biraz büyüdükçe sözcüklerden anlamlar çıkarmaya başlayınca bebeğin seslere karşı duyarlılığı da azalıyor.Normal gelişim çizgisindeki bebekler, 8. aydan sonra canlı ritmleri içeren müziklere aktif tepki veriyor. 9 aylık olduğundaysa müziğe verdikleri tepkinin kalitesi de yükselmeye başlıyor. 

Müzik ruhun gıdası:
        Klasik müzik, öncelikle, şarkı ve tekerlemeler yoluyla çocuğun dil gelişimine katkıda bulunuyor. Bunun yanı sıra müzikal etkinlikler yoluyla çocuğun yaratıcılığını ortaya koymasına fırsat veriyor. Zihinsel, motor, sosyal beceri ve yeteneklerin gelişimine katkıda bulunuyor. Müzik eğitiminin, okuma yeteneğine de katkıda bulunduğu araştırmalarca kanıtlanmış. Bu yapılan araştırmalara göre, akademik yılın başında ve sonunda okuma testi yapılan ilköğretim öğrencilerinden, müzik eğitimi alanların, almayanlara oranla daha iyi sonuçlar elde ettikleri görülmüş. Yapılan birçok testin sonucunda, notaları doğru seslendiren çocuklarda, harfleri doğru seslendirme oranının daha yüksek olduğu saptanmış. Klasik müzik eğitiminin olumlu etkisi, okumanın yanı sıra, öğrenme ve yaratıcılıkta da kendini kanıtlamış durumda.

Nasıl dinletilmeli?
  • ·        Çocuğunuzun müzik beğenisini keşfedin! Hangi müzik türüne karşı daha fazla ilgi duyduğunu, müzik kulağı olup olmadığını belirlemeniz gerek.
    ·        Her şeyden önce çocuğunuzu müzikle  tanıştırmak için belirli bir program içinde hareket edilmelisiniz. Örneğin evde zaman zaman televizyon izlemek yerine müzik dinleyebilirsiniz, farklı konserlere onu da götürebilirsiniz.
    ·        Doğumdan önce ve doğumdan sonra bebeğe dinletilen klasik müzik, belli bir düzen içinde verilmeli. 
    ·        Dinlediği müzikten sonra yapacağınız etkinliği, bebeğinizin duyabileceği yükseklikteki bir sesle anlatın. Örneğin, on dakikalık bir müzik dinletisinden sonra, ‘Şimdi banyo yapacağız’, ‘Yemek yiyeceğiz’, ‘Uyuyacağız’ veya ‘Yürüyüşe çıkacağız’ diyebilirsiniz.
    ·        Her etkinliğe özgü farklı bir müzik parçası seçin. Etkinliklerden önce dinleteceğiniz müziğin aynı olmasına dikkat edin. Belli bir süreden sonra bebek, dinlediği müziğin ardından hangi etkinliğin yapılacağını anlayabilir. Örneğin, uykudan önce rutin olarak dinletilen müzik, beynindeki uykuyla ilgili süreçleri başlatır ve böylece bebeğiniz uykuya hazır hale gelir.

    Klasik müziğin faydaları
    ·        Kendini ifade etme becerisini ve yaratıcılık zevkini geliştirir. 
    ·        Estetik duygusunu geliştirir.
    ·        Motor gelişimi ile ritmik gelişimi sağlar.
    ·        Ses ve dil gelişimine katkıda bulunur.
    ·        Bilişsel gelişim ve soyut düşünmeye katkıda bulunur.
    ·        Sosyal ve grup becerileri kazandırır.
    ·        Her şeyden önemlisi klasik müzik bebeğinizin ruhunu dinlendirir.

ANNE & BEBEK & MÜZİK

                       ÇOCUĞUN GELİŞİMİNDE MÜZİĞİN ETKİSİ

                 Müziğin bebeklerin dünyasında çok önemli bir yeri vardır. Bebekler daha doğmadan önce müzik dinlemeye başlarlar. Anne karnında 21. Haftasını doldurmuş olan bir bebeğin işitme duyuları gelişmiş durumdadır. Bu dönemden itibaren bebekler radyoda ya da televizyonda çalan bir müziği ya da annesinin söylediği şarkıları dinlemeye başlamıştır. Bir diğer deyişle anne karnındaki bebek annesiyle birlikte onun dinlediği tüm müziklere kulak misafiri olmaktadır.Müziğin bebekler üzerinde oldukça farklı etkileri mevcuttur. Kimi zaman onları güldürür kimi zaman uyutur kimi zaman da rahatsız edip ağlatabilir.Araştırmalar müziğin bebeklerin beyni için doğdukları andan itibaren oldukça önemli bir rolü olduğunu göstermektedir. Müzik bebeklerin nasıl düşüneceklerini, sorunların çözüm yollarını, dili öğrenmelerini hatta ilerleyen zamanlarda derslerini öğrenmelerini bile etkilemektedir.
               Beyin gelişiminin iki bileşeni vardır. Bunlar çocuğunuzun genleri –ki bu değiştirilemez- ve yaşadığı çevre-ki bu zenginleştirilebilecek bir bileşendir- Çocuğun beynini bir harita olarak düşünürseniz, çocuğunuza ne kadar uyaran verirseniz harita da o kadar genişleyecektir. Böylelikle daha çok bilgi ve beceri depolayabilir.Büyümek için bebeğinizin beyinin herhangi bir düzenin nasıl oluştuğunu öğrenmesi ve hatırlaması gerekmektedir. Müzik de tam olarak bunlardan oluşmuştur. Anne ya da babanın bir müzik aleti çalması, dans ederek ya da el çırparak ritm tutması bebeğin küçük motor kaslarının gelişimi için de temel oluşturur.
                Müzik beyin için bir egzersizdir. Çocuğunuz müzik dinleyerek ya da müziğe katılarak hangi seslerin birbirini izlediğini, yaptığı hareketlerin nasıl sesler çıkarttığını öğrenir. Bu bağlantı bebeğin algılama, öngörme ve sorun çözme yeteneklerini geliştirmesi için çok önemlidir.Bebeler, anne babalarını ve çevresinde gördükleri diğer insanların seslerini taklit ederek konuşmayı öğrenirler. Birçok kişi için şarkı sözlerini hatırlamak bir metni ya da bir şiiri hatta alışveriş listesini bile hatırlamaktan daha kolaydır. Bunun nedeni müziğin aynı zamanda bellek için bir tetikleyici olmasıdır. Bundan dolayı da müzik çocuğun dili kavramasında ve kelime hazinesini geliştirmesinde büyük rol sahibidir.Müziğin önemi bu kadar büyükken miniklerin müzikten olabildiğince yaralanmaları için nelere dikkat edilmesi gerektiğini gözden geçirmekte fayda vardır.
            Yeni Doğan Bebekler: Yeni doğan bebekler için müzik hem bir zevk aracı hem de eğitici bir araçtır. Özellikle yeni doğan bebekler müzik aracılığıyla farkında olmadan birçok şeyi öğrenirler. Bundan dolayı anne babalara bebeklerinin daha ilk günlerinden itibaren onlara müzik dinletmeleri öneriliyor. Böylelikle bebekler çok erken bir dönemden itibaren müzikle interaktif bir ilişkiye girme konusunda önemli bir yol kat etmiş olacaktırlar.Farklı türlerde müzikler dinlemenin bebeklerin duygusal ve zihinsel gelişiminde önemli bir rolü vardır. Araştırmalar özelikle klasik müziğin bebeğin beynini uyaran nota dizeleri nedeniyle çok daha etkili olduğunu göstermektedir. Bazı anne babalar klasik müzik dinlemekten hoşlanmıyor olabilir. Ancak yine de bebekler için hazırlanmış klasik müziğin öneminden dolayı zaman zaman onlarla bu tarz müzik dinlemekte fayda vardır. Ancak bebeklere her zaman klasik müzik dinletilmesi de şart değildir. Özellikle oyun zamanlarında ve bebeğinizin keyifli olduğu zamanlarda ona hareketli ve farklı ritmleri olan müzikler de dinletilebilir.
           2 – 5 Yaş Arası Çocuklar: Bu yaş aralığındaki çocukların hemen hemen hepsi müziğe bayılır. Özellikle gürültü yapmayı çok sevdikleri bu dönemde çeşitli müziklere eşlik ederek doyasıya gürültü yapabilmek çocukları hem eğlendirecek hem de özgüvenlerinin gelişmesine yardımcı olacaktır. Basit enstrümanlar ya da müzikli oyuncaklar da bu dönem çocuklarının özgüvenlerinin gelişimde, sebep sonuç ilişkilerini daha sağlam bir şekilde öğrenmeleri açısından önemlidir.Ancak bu dönemde çocuğun kendisine göre zor olan bir enstrümanı çalması ya da öğrenmesi için zorlanması da özgüvensiz ve hırçın olması gibi bazı önemli riskler taşıyabilir. Bundan dolayı müzik konusunda çocukların serbest bırakılması, kendi zevkleri doğrultusunda yönlendirilmeye çalışılması en doğru yoldur.
        Okul Öncesi Çocukları: Bu dönemde çocukların keşfetme yeteneklerine mümkün olduğunda şans tanımakta fayda vardır. Bu yaş grubundaki çocuklara müzik konusunda her zaman bir şeyler öğretmeye çalışmak yerine, kendi kendine keşfetmesi için ona izin vermek, zaman zaman kızsa da hırçınlaşsa da onu kendi kendine bırakmak doğru bir yol olacaktır.Gelişmiş, küçük kasların motor becerisini gerektiren enstürmanlarla uğraşması (piyano, gitar gibi) çocukların ayakkabılarını bağlamak, giysilerini düğmelemek gibi işleri başarması açısından faydalı olacaktır.Anne babaların müzik aletlerini çocuklarıyla birlikte çalması da (ya da çalmaya çalışmasının) onların sosyal gelişimi besleyecektir.Müzik dinlemek ya da enstürman çalmak dışında müzik eşliğinde dans etmek de çocuklar için son derce faydalıdır. Çünkü dans çocukların hem fiziksel gelişimine katkı sağlar hem de ritm öğretir. Ve bu da çocuklara sayı saymayı öğrenmeleri için yardımcı olur.Çok yönlü faydalarından dolayı müziği daha ilk günlerinden itibaren çocukların hayatına adapte edilmesi onların fiziksel, psikolojik ve sosyal gelişimleri açısından çok faydalı olacaktır.

MÜZİĞİN EĞİTİMDEKİ YERİ VE ÖNEMİ


Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir (Ertürk 1972). Bu süreçten geçen insanın (bireyin), geçmeyenden daha etkili ve verimli, daha dengeli ve doyumlu, daha başarılı ve mutlu olması beklenir. Müzik, özü itibâriyle eğitsel bir nitelik taşımaktadır (Uçan 1996).

1.Eğitim boyutu olma: Müziğin özündeki eğitsel nitelik, müziğin eğitsel amaçlara hizmet etmesi ve eğitsel gereksinmeleri karşılamada veya gidermede işe yaraması onu çok eski çağlardan bu yana eğitimin bir boyutu haline getirmiştir. Bu bakımdan müzik öteden beri eğitimin en önemli kapsamsal öğelerinden biridir.

2.Eğitim aracı olma: Müziğin eğitim aracı olma işlevi, esas olarak, eğitimde-öğretimde müziğin gücünden, etkisinden ve katkısından yararlanma; dersler, üniteler, konular işlenirken bunlar ve kişiler arasında müzikle bağlantı sağlama ve belirli sonuçlara ulaşmak için müziği kullanma ilkesine dayanır.

3.Eğitim yöntemi olma: Müziğin eğitim yöntemi olma işlevi, esas olarak, eğitimde-öğretimde bir dersi, üniteyi, bir konuyu öğrenmek/öğretmek ya da işlemek için bilinçli olarak seçilen ve izlenen müziksel yol olarak kendini belli eder. Bunun yanı sıra eğitimsel-öğretimsel gerçekleri arayıp bulmak, yorumlamak ve açıklamak için uyulan/tutulan mantıklı müziksel düşünme yolu da dolaylı olarak müziğin eğitim yöntemi olma işlevi kapsamına alınabilir.

4.Eğitim alanı olma: Müziğin eğitim alanı olma işlevi, esas olarak eğitimde-öğretimde müziğin kendine özgü bir konu veya çalışma çevresi olma özelliğine dayanır. Bu özellik eğitimin türüne ve düzeyine göre müziğe ders, kol, dal, bölüm, okul, yüksekokul, fakülte ve enstitü biçiminde eğitimsel ve/veya eğitkurumsal bir yapı ve işleyiş niteliği kazandırır.
Müziğin insan yaşamındaki işlevlerinin yeterince etkili ve verimli biçimde işleyebilmesi için, insanın müzik yoluyla yetiştirilmesi yeterli olmamış, bazı insanların müzik alanının belirli dallarında daha köklü ve derinlemesine yetiştirilmesi zorunlu olmuştur. Bu yüzdendir ki, ilkel büyücünün başlıca müziksel yetenekleri ya da becerileri, günümüzde, çoğunlukla ayrı birer müziksel meslek ve uzmanlık alanı/dalı haline gelmiştir” (Uçan 1996).

MÜZİĞİN İNSAN VÜCUDUNA ETKİLERİ

    MÜZİK NEFES ALIŞ VERİŞİNİ ETKİLER
     Normal bir halde otururken dakikada yirmi beş ila otuz beş arası nefes alıp veririz.Derin ve yavaş nefes alıp vermek hem benden hemde zihin için oldukça olumludur. Hafif ve hızlı nefes alıp vermek ise yüzeysel ve dağınık bir zihin haline yol açabilir. Bu bakımdan nefes ritmi ile zihinsel işlevler arasında çok yakın bir bağlantı vardır.Aynı zamanda zihinsel durumumuz da nefes alıp verişimizi etkiler. Dinlediğimiz müzikler içimizde farklı duygusal ve fiziksel etkiler meydana getirdiği için nefes alıp verme hızımızı etkiler.Örneğin volümle çalan bir rock müziğini dinlerken gevşeyip yavaş biçimde nefes alıp vermemiz pek mümkün değildir. Ancak rahatlatıcı ağır tempolu ve kaliteli müzik sizi çok olumlu bir ruh haline getirir.
 
                                              


    MÜZİK KALP ATIŞINI,NABZI VE KAN BASINCINI ETKİLER
    Müzik aynen solunumda olduğu gibi kalp atışı ve kan basıncı üzerinde de etkilidir.Çünkü insan kalbi sese ve müziğe kolaylıkla ayak uydurabilir. Nabzımız müzikle ilgili frekansa tempo ve volüm gibi niteliklere tepki verir ve sesin ritmine ayak için hızlanır ya da yavaşlar. Müzik ne kadar hızlıysa kalbimiz o kadar hızlı atar müzik ne kadar yavaşsa kalpte o kadar yavaş atar.Nefes alış veriş hızı gibi daha düşük bir kalp atışı daha az fiziksel gerilim ve stres yaratır, zihni sakinleştirir ve bedenin kendi kendisini iyileştirmesine yardımcı olur.Müzik doğal bir kalp atış düzenleyicisidir.
          Lousiana Eyalet Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada yirmi dört gençten oluşan bir topluluğa spor antrenmanı yaptıkları esnada önce hard rock dinletilmiş.Bunun kalp atış  hızlarını daha fazla artırdığı ve antrenmalarının kalitesini düşürdüğü gözlenmiştir.Ancak ağır tempolu ve rahatlatıcı müzikler gençlerin kalp atış hızlarını yavaşlattığı ve daha uzun süre antrenman yapabildikleri görülmüştür.
            Müzik kalp atışının yanı sıra kan basıncının da değiştirebilmektedir. Güney Carol,na Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu'nda görevli olan Dr. Shirley Thompson aşırı gürültünün kan basıncını yüzde on kadar arttırabileceğini bildirmektedir. bu etki elbette dolaylı biçimde çıkmaktadır.Bu konuyla ilgili çeşitli araştırmalar ağır tempolu müziklerin sistolik kan basıncını büyük oranda düşürdüğünü göstermektedir.

Rock müzik arebeskleşiyor mu?

Hepimizin bildigi gibi gün geçtikçe ilerleyen teknoloji ve buna bağli olarak değişen sektör hepimizin hayatinda birtakim değişiklikler yaratti.özellikle bu daga çol müzik sektörunede yansidi..peki popüler müzik yelpazesine baktigimiz zaman rock müzikte ne gibi değişiklikler oldu..
Günümüz rock müzik starlarina baktigimiz zaman herbiri işini iyi bi şekilde yapiyor..her nakadar bu müzik türünde geniş seçenekler olsada (melenkonik.acitasyon.hüzün vb) bu müzigin üzerine bir etiket gibi yapişti..günuz sanacilarindan özellikle emre aydin..şebnem ferah..gribin..asli..bunlar bu türün em büyük temsilcileri..


MÜZİK VE ZEKA GELİŞİMİ HAKKINDA ŞAŞİRTİCİ ARAŞTIRMA SONUÇLARI



1997’de T. Cockerton, S.Moore ve D. Norman tarafından müziğin bilişsel performansa etkisi hakkında 30 üniversite öğrencisi üzerine bir araştırma yapıldı. Öğrencilere iki bilişsel test uygulandı. İlki sessizlik ortamında, ikincisi ise bir fon müziği eşliğinde... Fon müziğinin uygulandığı teste öğrencilerin verdiği doğru cevap sayısı daha fazlaydı. Kalp atışlarında bir farklılık gözlenmemişti; bu da doğru cevap sayısındaki artışın uyanıklık derecesinden bağımsız olduğunu gösteriyordu.
McGill Üniversitesinde yapılan bir araştırma ise piyano eğitiminin kendine güven hissini geliştirdiğini gösteriyor. Üç yıl boyunca piyano eğitimi alan çocukların hiç piyano dersi almayanlara göre öz güvenlerinin yüksek olduğu ortaya çıkmış.
Harvard ve Oxford Üniversitelerince yapılan bir çalışmaya göreyse müzikle ilginenen ve müzik kulağı olan öğrencilerin üniversite burslarına öncelikli olarak hak kazandıkları ve akademik hayatlarında daha başarılı oldukları gözlenmiş.
Kaliforniya Stanford Üniversitesi’nde genetikçiler Dr. Rauscher ve H. Li’nin fareler üzerinde yaptıkları bir araştırma ‘Mozart Etkisi’nin moleküler esaslı etkilerini ortaya çıkardı. Mozart’ın bir sonatını dinledikten sonra fareler öğrenme ve hafıza testlerinde oldukça yüksek bir performans göstermişlerdi.
Kaliforniya Üniversitesi’nden G. Shaw’a göre kendilerine müzik eğitimi verilen çocuklar, verilmeyenlere göre daha başarılılar. 1993 yılında 12-13 yaşları arasındaki çocuklar üzerinde bir araştırma yapıldı. Bu çocuklara piyano çalma, ses kontrolü gibi dersler verildi. Sonuçta çocukların başarılarında %46 oranında bir yükselme gözlendi.

KLASİK MÜZİĞİN İNSAN BEYNİ ÜZERİNDEKİ YERİ


Son yıllarda müziğin bilişsel gelişim, öğrenme ve duygusal kararlılık üzerine etkileri daha çok araştırılır oldu. Müzikle yakın olmayan birçok insanın inandığının aksini söyleyen araştırmaya göre, eğitimli müzisyenlerin beyni diğer insanların beyninden biraz farklı çalışıyor.
Müzisyenlerin beyinlerinin her iki yarım küresinin birlikte kullanılmasının açıklamasından bir tanesi, düşünme ve uygulama sırasında müzisyenlerin aynı anda her iki yarım küredeki motor hareketlerin aktif olması gösterilebilir. Çünkü müzisyen hem gördüğü notaları ve ritimleri beyninde düşünmekte, hem de düşündüğü şeyleri her iki elini, hatta bazen ayak ritimlerini de kullanarak uygulamaya dökmektedir.Beyninin her iki yarım küresini bu şekilde birlikte ve dengeli kullanan müzisyenlerin diğer bilgilerin değerlendirilmesinde ve ilişkilendirilmesinde de iyi olmalarının doğal bir sonuç olduğunu vurgulayan Folley, “Entrümantal müzisyenlerin farklı melodik satırları birleştirerek, aynı anda her iki eli kullanarak senkronize tek bir müzik parçasına dönüştürmeleri ve özellikle nota sembollerini aynı anda hızlı bir şekilde okumadaki becerileri onların beyinlerinin hem sağ, hem de sol yarım kürelerini dengeli kullanmalarını sağlamaktadır” demektedir.












Yapılan bir araştırmaya, Vanderbilt Blair Müzik Okulu’ndan 20 klasik müzik öğrencisi ile, Vanderbilt Psikoloji bölümünden müzikle ilgisi olmayan 20 öğrenci katılmıştır. Müzik bölümü öğrencilerinin hemen hemen hepsi en az sekiz yıl müzik eğitimi almış öğrencilerdir. Çaldıkları enstrümanlar piyano, nefesli çalgılar, telli çalgılar ve vurgulu çalgılardır. Gruplar yaş, cinsiyet, eğitim, lise başarı seviyesi ve üniversite giriş puanları olarak karşılaştırılmıştır.
Araştırmacılar müzisyenlerle kontrol grubunun yaratıcı düşünme süreçlerini mukayese etmek için iki deney yapmışlardır. Birinci deneyde her iki gruba da ev eşyaları veya objeleri gösterilerek bunlarla yapılabilecek farklı fonksiyonları yazmaları istenmiş, ayrıca bazı kelime ilişkilendirme testleri de yapılmıştır. Bu deneyin kelime ilişkilendirme testinde müzisyenler kontrol grubuna göre daha fazla sayıda doğru cevap vermişlerdir. Araştırmacılar bu sonucun müzisyenlerin sözel yeteneklerinin daha iyi olduğunun bir göstergesi olduğunu ifade etmektedirler. Bu deneyin ev eşyaları veya objeleri ile oluşturulacak farklı fonksiyonlar bölümünde de müzisyenler çok daha yeni ve beklenmedik fonksiyonlar önermişlerdir.
İkinci deneyde, her iki gruba tekrar günlük kullanılan bazı objelerle yapılabilecek farklı fonksiyonlar önermeleri istenmiş, ancak bu kez beynin korteks bölümündeki kanlanma NIRS (near-infrared spectroscopy) yöntemiyle takip edilmiştir. Bu teknikle beynin nerelerine kan ve oksijen hareketi olduğu izlenerek, düşünme sırasında hangi bölgelerin aktif olduğu gözlenebilmektedir.
“Deneklerin günlük kullanılan bazı objelerle yapılabilecek farklı fonksiyonlar düşünmeleri sırasında müzisyenlerin beyinlerinin her iki yarım küresinin de aynı anda yoğun olarak aktif olduğu gözlenmiştir” diyen Folley, müzisyenlerin beyinlerinde oluşturdukları farklı ağlar sayesinde diğer insanlara göre daha farklı düşünen beyinler geliştirdiğini ve bilgiye karşı yaklaşımlarının daha farklı olduğunu vurgulamaktadır.
Araştırmacıların bulduğu diğer bir ilginç sonuç da müzisyenlerin zeka (I.Q.) seviyesinin müzisyen olmayanlara göre daha yüksek çıkmasıdır. Bu sonuç daha önce bulunan müzik eğitimi ve zeka gelişimi arasındaki ilişkiyi de destekler durumdadır. Şüphesiz zeka da zihinsel faaliyetler sonucunda beyin hücreleri arasında kurulan fiziksel ağların bir ürünüdür. Ayrıca müzik, beyin ve konsantrasyon arasında da ilginç ilişkiler vardır.
Araştırmanın sonuçları:
Müzik vücut üzerine doğrudan etki eder, özellikle kalp atışlarını ve metabolizmayı düzenler.
Belirli müzik türleri huzur veren endorfin hormonunun salgılanmasını artırır. Öğrenmeyi hızlandıracak ortamı; yani sakinliği sağlar.
Beyne giden kan ve oksijen miktarı müzik dinlerken arttığı için uyarıcı ve harekete geçirici etki yapar.
Müzik matematikseldir! Bu durum bazı beyin devrelerini harekete geçirir; kompleks ve karmaşık fikirlerin daha kolay çözülmesini sağlar.
Müzik ilham verir, duyguları harekete geçirir. Yaratıcılığı artırır!
Uzun vadede hafızayı geliştirir.
Etkili öğrenmenin temel unsuru olan beynin her iki yarısının da iyi entegre olmasına yardım eder.
Müzik, dinleyenlere analitik düşünme becerisi kazandırır.
Hafif müzik, hiperaktif çocuk ve yetişkenleri sakinleştirir

KLASİK MÜZİĞİN HAYATIMIZDAKİ YERİ

Uzmanlar, Mozart gibi klasik müzik bestecilerinin eserlerini, günde en az bir kere sakin bir ortamda dinlemek gerektiğini söylüyorlar. Bu yöntemle özellikle "zihinde imaj canlandırma" konusunda başarılı olabiliyorsunuz. Bunun yanısıra, matematik problemlerini çözmekte, satrançta, müzik enstrümanlarını çalmakta ustalaşıyorsunuz.

California Üniversitesi uzmanları, bunu "Mozart Etkisi" olarak nitelendiriyorlar. Ayrıca klasik müziğin zihni açtığı ve gevşemeye yardımcı olduğu görüşünde birleşiyorlar. Kısacası, zekânızı yoğun olarak kullanmak durumunda olduğunuz zamanlarda klasik müzik dinleyin.

Klasik müzik, matematiksel düşünceyi güçlendiriyor, öğrenme fonksiyonuna yardımcı oluyor ve kişiyi sakinleştiriyor. 

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erol Belgin, sesteki özel matematiksel düzenlemenin beyindeki alfa dalgalarını uyararak kişiyi sakinleştirdiğini ve gevşettiğini bildirdi.

Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü de olan Belgin, müzik ve beyin arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu belirterek, klasik batı ve Türk müziğinin insan beyni üzerinde olumlu etkileri olduğunu söyledi.

Bilim adamlarınca, anne karnındaki bebeğin klasik müzik dinleyince yumuşak hareketler yaptığının, rock türü müzikler dinleyince ise tekmelerin şiddetinin arttığının dile getirildiğini ifade eden Belgin, "Bilim adamlarına göre, alçak frekanslı tonların fazlaca bulunduğu rock müzik, kişiyi mekanik olarak hareketlendirir ancak, mental ve fiziksel enerjiyi deşarj eder" dedi.

Nitelikli müziğin, beynin işitme yani müzikle ilgili bölümü olan sağ temporal lobunu ve "uzaysal algı"yı güçlendirdiğini anlatan Belgin, "Nitelikli müzik hafızaya sinirle ilgili yeni bağlantılar kazandırır" diye konuştu.

Müzik ve matematiksel düşünce

Klasik müziğin matematiksel düşünceyi güçlendirdiğini ve öğrenme fonksiyonuna yardımcı olduğunu belirten Belgin, şunları söyledi: "Sesteki özel matematiksel düzenleme beyindeki alfa dalgalarını uyararak kişiyi sakinleştirir ve gevşetir. Bu durum, öğrenme kapasitesini artırır. Müzik ayrıca, beynin doğal bir kimyasalı olan ve salgılanması halinde rahatlık, güzel duygular ve heyecan veren endorfin salgısını artırır. Endorfinin salgılanması, ağrıyı ve stresi azaltır, yaşlanma sürecini yavaşlatır." 

Hoş melodilerin beyni yiyecek ve seksten daha üst düzeyde uyardığını bildiren Belgin, "Şarkı söylemek beynin duşudur, hayatın gerçek tadıdır. Nasıl söylediğiniz önemli değil" diye konuştu.

Hangi yaşta olursa olun enstrüman çalın

Hangi yaşta olursa olsun enstrüman çalınmasının da işitme ve konuşmayla ilgili temporal lobları önemli ölçüde geliştirdiğini, işitme ve lisanla ilgili yetileri güçlendirdiğini ifade eden Belgin, "Enstrüman çalarken beyin kabuğunda fizyolojik değişiklikler, çok sayıda aktivite göze çarpar. Enstrüman dersi alan okul öncesi çocuklardaki uzaysal algının bu eğitimi almayanlardan yüzde 34 daha fazla olduğu görülmüştür" dedi. Belgin, okul öncesi çocuklarda müzik eğitiminin ise uzaysal algıyı yüzde 36 oranında artırdığına işaret etti.

TÜRKİYEDEKİ KLASİK MÜZİK SANATÇILARI 2

SERDAR ÖZTÜRK 


























CEREN NECİPOĞLU 

TÜRKİYEDEKİ KLASİK MÜZİK SANATÇILARI

AHMET ADNAN SAYGUN 


















MUAMMER SUN

27 Nisan 2013 Cumartesi

PSİKOLOJİDE MÜZİĞİN KULLANILMASI: ÖRNEK BİR ÇALIŞMA


Sinem Gökçe - Psikolog 

Müzik, insanlık tarihi kadar “eski”, kimsenin bir başkasına anlatamayacağı
kadar “bireysel ve öznel”, dünyanın her yerindeki tüm insanları kapsayacak kadar 
“genel ve evrensel”, yeni ve farklı çağrışımları taşıyabilmesi ile “her an yeni” bir 
oluşumdur (Başar ve Başar, 1997). Platon’un da belirttiği gibi “müzik, ruhun 
eğiticisidir”. 

                


Psikolojik sağaltımda diğer sanat alanlarının kullanılışı gibi müzik de sürece 
dahil edilebilen ve katkı sağlayan bir “araç” niteliğindedir. Müzik, tek başına terapötik 
bir etki sağlayabileceği gibi, kimi zaman uyarıp coşturarak kimi zaman gevşetip 
sakinleştirerek kimi zaman da katarsis nitelikli boşalımı sağlayarak psikofizyolojik 
değişimleri sağlayabilir. 
Müzik-terapi, ruhsal veya bedensel sorunları olan çocukların ve yetişkinlerin 
psikiyatrik sorunlarını belirlemede ve bunlara bir çözüm getirmede yol gösteren bir 
iletişim yöntemidir (Altınölçek,2003). Kendimizle iletişim kurma ise başkalarıyla ve dış
dünyayla iletişimin kapılarını açar. 
Müzik-terapi yüzyıllar boyunca hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır. Bu 
konudaki en eski bilgi M.Ö. 585-500 yıllarında yaşayan Yunan filozof ve 
matematikçisi Pythagoras’ın umutsuzluğa düşen ya da çabuk öfkelenen hastaların, 
belirli melodilerle tedavi edilebileceğine ilişkin yaptığı çalışmalardır. Hipocrates, 
ilahilerin tedavi edici niteliği olduğunu belirtmiştir. Galien, müziğin akrep ve böcek 
sokmalarına karşı bir panzehir olduğunu, Lucain de kanamaların şarkılarla 
durdurulabileceğini ileri sürmüşlerdir. Özellikle Bergama’da bulunan Asklepion’da 
Asklepios, Hygelia ve diğer hekimlerin müziği kullanarak son derece etkin tedaviler 
yaptıklarına dair bilgiler vardır. 

Sufi felsefesi açısından ele alındığında, iç arınmayı sağlamada ve Tanrı’ya 
ulaşmada müziğin ve raksın önemli bir etkisi vardır. Ayrıca Evliya Çelebi’nin belirttiği 
ve günümüzde yapılan çalışmalarda da belirtildiği üzere Türk Sanat Müziği’nin her 
makamı farklı duyguları ortaya koymaktadır. Örneğin: Rast Makamı neşe ve huzur, 
Rehavi Makamı sonsuzluk duygusu, Segah Makamı rahatlık ve cesaret vermektedir. 
Müzik-terapinin etkiliğine ilişkin yapılan çalışmalarda insanların EEG’leri 
incelenmiştir. Üzüntü, endişe, mutluluk ve korku gibi duygular EEG’de farklı
dalgalanmalar yaratır. Değişik müzik türlerini dinleyen insanların EEG’lerinde de 
dalgalanmaların farklı olduğu görülmüştür. 
Terapötik müzik endorfin salgısını ve olumlu duyguları artırıp, korkuyu ve 
kaygıyı azaltır, kalp ritmini düzenler, kan basıncını düşürür, terlemeyi azaltır, kasları
gevşetir, nefesi dengeler, bağışık sistemini güçlendirir, hiperaktiviteyi sakinleştirir. 
Müzik, hareket reflekslerimizi uyararak uyumlu hareket etmemizi sağlar. 
Müzik-terapisinde, müzik, ses ve ritim eşliğinde beden ve duyguların 
bağlantısına yönelik egzersizler yapılmaktadır. 
Dünyada hem ruhsal hem de fizyolojik rahatsızlıkların tedavisinde bir araç 
olarak müzik-terapinin önemi uzun yıllardır kabul görmektedir. Ülkemizde ise müzikterapinin önemi son yıllarda tekrar keşfedilmiştir. Bunun en önemli örneği, 17 
Ağustos 1999 - Marmara Depremi ve 12 Kasım 1999 – Düzce Depremi sonrasında 
çocuklara yönelik olarak yapılan çalışmalardır. UNICEF ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 
ortak olarak projelendirdiği bu çalışmaların en önemli kısmı “Sınıf Temelli 
Müdahale”dir. Sınıf temelli müdahale çalışmaları “müzik-dans, resim, drama ve oyun” 
etkinliklerinin uygun, aşamalı planlamasıyla oluşturulmuş 15 oturumluk bir 
programdır. Her oturumda, “müzik-dans”, açılış ve kapanış olarak önemli bir bölümü 
oluşturmuştur. 
Sadece deprem gibi doğal afetlerden sonra değil; taciz,istismar (fiziksel, 
duygusal veya cinsel), trafik kazaları, sevilen birinin kaybı vb. travmatik olaylardan 
sonra bireylerin gösterdikleri tepkiler genel olarak “travma sonrası stres tepkileri” 
olarak isimlendirilir. Travmatik olaylardan sonra özellikle çocuklar, kendilerine, 
yakınlarına ve dünyaya ilişkin güven duygularını ve hayatlarını kontrol edebilecekleri 
duygusunu kaybederler. İletişim kurmakta, duygularını ifade temekte zorlanabilirler, 
duygusal kültlük yaşayabilirler. Fiziksel anlamda ellerine, kollarına hakim 
olamayabilirler, vücutlarındaki hormonal denge bozulabilir. Zaman zaman kalp 
atışları çok hızlı hale gelebilir. 
 Çocukların kendilerini ifade etme yolları içinde en fazla kullandıkları vücut 
hareketleridir (travmaya uğrayan çocuklarda bu bazen tek yoldur). Hareketler 
aracılığıyla kurulan iletişim sayesinde,kelimelerle anlatılamayan bir yaşantı ifade 
edilebilir hale gelir. Kendi yaşıtlarıyla yapılan müdahaleyle 
çocuklara; kendilerine ihanet etmiş çevreye karşı güven duymaya başlamalarına, 
yalnızlık duygularının azalmasına, otokontrollerini ve dayanıklıklarını geliştirmelerine 
yardımcı olunabilir. 
1999’da yaşanılan depremlerden sonra uyguladığımız STM programıyla 
deprem bölgesinde binlerce çocuğa ulaşıldı. Bu programın belki de belkemiğini
oluşturan “müzik ve dans” bölümünün yapısındaki temel noktalar: uygun müzik, 
uygun hareket ve ritmik düzenlemeydi. 

Müzik önceden de belirtildiği gibi, rahatlatarak, güçlendirerek umut ve güven 
duygusunun gelişmesinde terapötik ortamı şekillendirebilir. Uygun müzik, grup 
çalışmalarında ortaya çıkan acı veren malzemeyle yüzleşen katılımcıların 
(öğrencilerin) kendilerini daha az tedirgin ve daha dayanıklı hissetmelerine yardımcı
olur. Ayrıca çalışmayı yürüten grup liderlerinin ve katılımcıların sakinleşmesini de 
sağlar. 
Ritim, tüm canlılarda evrensel bir yaşam formu olarak ortaya çıkar. Çünkü tüm 
canlılar, kendi iç yapılarında belirli yaşamsal işlevlerini döngüsel bir ritim içinde 
gerçekleştirirler. Vücudumuzun işleyişi, günlük yaşamımız ve hatta tüm yaşamımızın 
kendi içinde bir ritmi vardır. Ritim ve hareketin, iyileştirmeyi hızlandırma ve değişik 
etkilerin desteklenmesi konularında kişileri ve grupları organize etme kapasitesinin 
olduğu varsayılmaktadır. Hareket ve müzik terapisinde sözel olmayan iletişim, vücut 
hareketlerinin çocukların kendini ifade etme ve iletişim kurmada kullandıkları doğal 
bir yol olması nedeniyle, travmaya uğramış çocuklar için etkilidir. Tutarlı ritmik 
hareketlerin kullanımı, travmaya uğramış çocukların, kendisine ihanet etmiş olan 
çevreye karşı güven duygusunu kazanmasına yardımcı olabilir. (Çevre kelimesi 
fiziksel, sosyal ve psikolojik kavramlarını kapsayacak biçimde kullanılmaktadır.) 
İşlevsel olarak davranışın tüm yönleri birbirini etkiler (fiziksel, kavramsal ve 
psikososyal). Tedavide ritim ve hareket kullanılırken davranışın bu farklı yönleri 
arasındaki ilişkinin olumlu uygulamaları bulunmaktadır. Katılımcılar sadece kendilerini 
çevreleyen dünya hakkında olumlu bir duygu kazanmakla kalmayıp aynı zamanda 
“Ümit/Umut” olarak adlandırılan daha olumlu bir deneyim geliştirirler. Müzik ve 
hareketin katalizör olarak kullanılmasıyla çocuk, özgürlük ve disiplin arasında denge 
kurmaya çalışırken şekillerin ve ilişkilerin algılanmasının önemini yaşar. 
Sembol ve gerçeğin eş zamanlı algılanması, bireyin kendisini daha büyük bir 
gerçeğin parçası olarak yaşamasına ve kendi benliğinin de bir bütünlüğe ulaştığını
hissetmesine yol açar. Bu daha büyük gerçek ise, tutarlı ve kendini tekrarlayan 
hareket şekillerinin kullanımıyla güvenilir olarak hissedilebilir. Travma sonrası
müdahalelerde bu nedenle müziğin ve hareketlerin kullanılması gerekir. 
Müzik-terapilerde uygun müziğin kullanımı, üzerinde durulacak temayla yani 
vurguyla bağlantılıdır. Ağırlıklı olarak kullanılacak olan vurgu, ritmi, hareketi, içe alma 
ve döngü fikrini destekleyecektir. Bu genellikle 3/4 ya da 6/8 ritmi olmalıdır. Özellikle 
klasik müzik, şarkılar, uygun yerel ezgiler ve çocuk şarkıları, çocuklarla travma 
sonrasında çalışırken etkilidir. 
1999 Marmara ve Düzce depremlerinden sonra yaptığımız çalışmalarda 
müzikler güçlendirme, umut, ayağı yere basma (tutarlılık) bütünlenmişlik, 
tamamlanmışlık ve neşe temaları çerçevesinde seçilmiştir. Hareketler de paralel 
olarak belirlenmiştir. Başlangıç aşamasında yerde yüzüstü uzanılarak baş, kollar, 
gövde, dizler ayaklar olarak aşama aşama ayağa kalkılmıştır. Burada hareketlerde 
tekrarların ve yavaşlığın olması süreç içinde kaybedilen güven, kontrol ve yaşamsal 
ritim duygularının tekrar kazanımını sağlamaktır.

Uygulamalarda kullanılan müzikler ise şöyledir: 


1-Saint Saens “Aquarium” 
2-Beethoven Piyano Sonatı No.33 Andante 
3-Over the River 
4-Kelt Ninnisi 
5-Schubert - Lullaby Waltz 
6-Afrika Davulu “Ma Belle Sinkwanee” 
7-Beethoven “Pathetique” Op 13 No.8 
8-Bach Viyolonsel Süitleri                               
 9-Yo Yo Ma “Appalachian Waltz                    
10-Beethoven Bagatelle No 3, 4                   
11-Daha Dün Annemizin Kollarında Yaşarken 
12-Akdeniz Çocukları
13-Dostluk 
14-Ey bülbül 
15-Dağlar 


16-Küçük Ayşe ile Küçük Asker 
17-Selvi Boylum Al Yazmalım 
18-Dila Hatun 
19-Ankara Havası
20-Gözlerin           
Özellikle “Gözlerin” şarkısının enstrumantal formunun oturumların 
kapanışlarında kullanılması gerek duygusal gerekse hareketler anlamında yoğun 
geçen uygulamanın ardından sakinleşimeyi, rahatlamayı, bütünleşmeyi sağlamakta 
son derece uygun bir müzik olduğu görülmüştür. 
15 oturum olarak uygulanan müdahale programı açılış dansıyla başlamış, 
ardından resim, oyun ve drama çalışmalarıyla devam etmiş ve kapanış dansıyla 
sonlanmıştır. Hareketler müzik eşliğinde yapılırken çalışmayı yönetenler müziğin 
ritmiyle uyumlu olarak, şiirsel bir tonda hareketlerin yönergelerini vermişlerdir. 
Özellikle müzik değişimlerinde uygulayıcılar bir sonraki müziğin ritmini hazırlayıcı
biçimde geçiş yönergelerini vermişlerdir. Müziğin ritmi, hareketler ve yönergeler 
arasında ritmik uyuşma ile tonlamanın sağlanması dikkatli bir ön hazırlık 
gerektirmiştir. Çünkü bunların sağlanamaması çocukların sarsılmış olan güven ve kontrol duygularının daha çok sarsılmasına yol açacaktır. Uygulamaların etkililiği üzerine yapılan araştırma sonuçlarına göre çocukların tepkilerinde belirgin biçimde düzelme olduğu bulunmuştur. Ayrıca çocukların en sevdikleri ve kendilerini en rahat ve mutlu hissettikleri etkinlikler olarak da açılış ve kapanış dansları ilk sıraları almıştır.

kaynak: Sinem Gökçe - Psikolog 
©www .muzikegitimcileri. net